bugün

entry'ler (250)

babayla telefonda konuşmak

hani haberlerde bahsederler ya ''cumhurbaşkanı bilmem kim, bilmem nerenin devlet başkanınıyla bugün bir telefon görüşmesi yaptı'' diye... işte öyle haberlere konu olası bi eylem.

o kelimeler dolanır, her söylenenin sonuna ''hee, e iyi madem'' denir, iki taraf da kapatmak ister ama hadi konuşmak istemiyormuşum gibi olmasın diye kasar kendini.. anneyle akan giden muhabbet, her nedense babada tıkanır.

+''tamam o zaman ben haber ederim''
-''tamam madem''
+''hadi öptüm, anneme selam. görüşürüz''
-''görüşürüüüz''

'görüşürüz'ü' uzatır ki ''ilgisiz baba değilim'' imajı çizer.

doğumgünü kutlaması istemeyen insan

''doğum gününde napıyoruz?'' diye sorarsan, istemez tabii. bir insanın kendi doğum günü partisini düzenlemesi kadar saçma bir şey çünkü. laaan iyiki doğdum diye parti mi yapılır? nasıl bir megolamanlıktır bu? ben iyiki doğdum tamam kabul de bakalım insanlar aynı şeyi düşünüyor mu? belki adam benim doğmuş olmamdan içten içe rahatsız, belli sebeplerden ötürü ( çıkar olur, iş, okul arkadaşlığı olur, akrabalık olur..) benimle arkadaşlık kuruyor. şimdi ben ayşe, mehmet, ali, hasan hadi gelin doğum günümü kutlayalım mı diyeyim bu adamlara?

işbu sebepten doğum günü kutlamasının doğan kişinin arkadaşları, ailesi veyahut sevgilisi vs.. tarafından doğumdan mutluluk duydular ise şayet bir araya gelip düzenlemeleri gerektiğini düşünmekteyim.

hee adam bundan da rahatsız olursa o zaman derinlerde bir yerde bununla ilgili bir yara var demektir ki daha hassasiyetle yaklaşılmalı o zaman. ürkütmemeli.

konya

şehirler arasında yaşanılabilirlik seviyesi en yükseklerde olan şehirlerden biri.
belediyemiz çok şükür çalışıyor.

yeni otogar tarafına taşıdığımız dönemlerde burası tarlaydı, şimdi şehir buraya kaydı.
ama yinede meram'ın tadı bir ayrı.

eve sürekli gelen misafir

ilk başlarda , ''lütfen şöyle buyrun oturun'' diye yer gösterilen bu insanlar arsızlaştıkça ,kurulan nezaket cümlesi, '' geç otur şöyle''ye evrilir.

kurtulması zordur, ama çaresiz değil. bir tutam tuz alınır, evden gitmesi istenen kişi ya da kişilerin ayakkabılarına serpilir. çok dökmeyin ki belli olmasın. üç sefer yaptım, hepsinde de işe yaradı. çok zaman geçmeden kalktı adamlar. bir de süpürgeyi ters çevirin derler. ama tuz işe yaradığı için ona gerek görmedim. 

kesinlikle şaka yapmıyorum. arsız misafir sinir bozucudur. tuz dökün kurtulun.

hiçbir sorun olmadığı halde mutlu olamamak

kusura bakmayın ama gerçekten anlayamadığım durum. bir süre önce böyle biri vardı etrafımda; işi iyi, parası var, sağlığı yerinde, yaş itibari ile olgunlaşma döneminde. bu gibi insanların kendi sebepsiz mutsuzluğu çevresindekilerin hayatını zindana çeviriyor. bir şeyi heyecanla anlatıyorsun, tepki yok. bir yere çok gitmek istiyorsun, gittiğinde de bin bir boğuşmadan gittiğin için keyfin kaçıyor. dinlemek istiyorsun, anlatacak birşey yok. soruyorsun, anlatsam da anlamazsın cevabı alıyorsun. 

bu gerçekten psikolojik bir sorun olabilir, bunu gözlemleyebilecek tıbbi bir bilgiye sahip değilim ama ıssız adam tripleriyle kaybedenler kulubünden fırlamış bir hayat yaşamak bahanesizce, nedir bu?

hayat böyle birşey değil dostlar! yani hakkaten hiç mi bir şey yok etrafınızda sizi gülümseten, başkasına anlatma isteğiyle dolduran? en dibe batanlarda bile var, olmalı. yapmayın lütfen.

gelişen teknolojiye rağmen değişmeyen şeyler

(bkz:  para)

soktuğumun kağıt parçası hiç değişmiyor. insanlar bu kağıt için hala adam vuruyor, insan sömürüyor, savaş çıkartıyor. teknolojinin gelişmesinden ziyade sanırım insan evriminde bir sıçrama daha olması lazım.

ha birde: (bkz:  ufo görüntüleri) inatla bulanık çıkmayı sürdürürler.

kitap okumanın zararları

en büyük zararı aşağıdaki cümlede muhteşem bir şekilde açıklanmıştır.

''zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?''

kızların adam gibi seven yok deme yavşaklığı

ne demiş ulu liderimiz tyler durden abimiz, ''bizler kadınların yetiştirdiği jenerasyonlarız.'' ne güzel de söylemiş değil mi. bu devirde adama ''adam''lık olgusunu, onun çevresindeki kadınlar ona veriyor, ya da onda oluşmasını sağlıyor. kadınlar böyle trip atarak aslında kendi hemcinslerine laf sokmuş oluyorlar bence.

13 cm penisiyle tüm dikkatleri üstüne çeken erkek

(bkz: +18 başlık açıp dikkatleri üzerine çeken erkek)

gülmenin yakışmadığı insan

yoktur.

kişinin en temiz halidir kendini kasmadan güldüğü anlar. göreceli bir kavram bu ona itirazım yok fakat sırf bu yüzden daha az gülmeye çalışan, gittikçe ciddileşen insanlar tanıyorum. yapmayın.

tabi bir de içten gülmeyen insanlar var. ''sikeceğim olm sizi'' gülüşü gibi. melih gökçek'de sıklıkla görebiliyoruz mesela bu iddialı gülüş şeklini. bunlar iyice kategori dışı bence.

canın ne olduğunu bilmediği bir şey çekmesi

evin içinde buzdolabı ve yiyecek depolanmış her yeri karıştırmak ''bu değil, bu değil bu hiç değil'' diye içlenmektir.

buzdolabı maden çıktı rıza baba: açılmamış manchego peynir buldum. kendimi zengin sandığım bir gün alıp atmışım demek. istediğimin o olmadığını anlayana kadar yarısını yedim. bir de kazandibi buldum. onu da yedim, ama o da değil. içimdeki obur zıbarsa artık.

olmayacağını bile bile istemek

bir şeymiş gibi seviyorsun sokakları, vapurları-kazancı yokuşundan inerken mutluysam ıslık çalarım, mutsuzsam koşarım, ben mutsuzken koşuyorum-bir de insanların seni anlamasını bekliyorsun. herkes her şeyi anlarmış gibi. bir bardak su, sırtına yastık, ayağına terlik ister gibi kolaycacık deyiveriyorsun. anlamıyorlar. şehirler gidersin sonra neyi, kimi görmeye. tezer gibi mi? belki de izinden. banliyölerde çıplak kiraz ağaçları ve at kestaneleri görmeye gidilmez.
sonra hem gitsen de ''sen'' bir şeymiş gibi davranırsın. ankesörlüden yakınlarına ulaşıp halini bildirirsin. iyiymiş gibi. çok göze alamazsın yaprak gibi yaşamayı. birkaç kuruş kazanıp içip, yazıp, içip, gidip, yazıp, içip, sızıp, gidip, yazıp, susarak ''tezer'in hayalet oğuz'una'' öykünmelerin bundan. göze alamazsın. soğuk sinemalarda kalitesiz filmler izleyip, organların birbirine çapıncaya değin koşmaları, üçüncü sınıf esnaf lokantalarını, tabureler üstünde uyuklamayı...
bir şeymiş gibi -bez çantalarda çiçek dürbünü-taşıyorsun, çatılara bakıp, kitaplar okumaya çalışıyorsun onunla. bak! diyorsun koş sen de bak. güzel çay demleyen insanlar hep arkadaşım olsa ya. hep çay demleseler. kırçıl kilimlere yan uzanıp sigara tüttürsem. öylesine yaşamak diyorlar buna.bir çeşit delilik.bedenini ve ruhunu amaçsız bir sömürüye kurban etmek istiyorsun da korkuyorsun. akıl, seni öldürüyor. mutsuz kılıyor. onlar mutlu. şarkı mırıldanacak, yemeklerinin fotoğraflarını çekebilecek kadar nasıl mutlular?
karoları sayarak, çizgilere basmayarak def ettiğin kötü talih, boğazladığın murphy, kötü ruh kovucuların, kelimelerin hep seninle.
fransızca bilmiyorsun ama bu konuşmana engel olmuyor. sokak adlarını fotoğraflaman niye. anlamayacaklar. deniyorsun. olmayacağını bildiğin halde deniyorsun.

tıkalı burun

tam bir şerefsizdir. ulan it zaten kafam bozuk, hüzün hakim havada. kafa dağılsın diye iki televizyon izleyelim diyoruz, onu da rahat yapamıyorum ki anasını satayım. sürekli orada bi ağırlık var böyle. öyle bi tıkamış ki denyo, anneler çocuklarının yorganlarını bu kadar hırsla vücutlarının yan kısmına tıkamaz lan. şu anda açılsın kurban keserim. o derece.

çocuk odasına sahip olmamış çocuk

benimdir. babamız ve annemiz aynı odada tek türkiye seyrederlerdi. biz de o odanın bir köşesinde mindere yatmış uyumaya çalışırdık.
''rahatsız oluyorum'' deme gibi bir lüksün yok. hep beraber bir odadasın çünkü diğer odalarda soba yok. nasıl olurdu bilmiyorum ama o televizyonun sesi, babamın çekirdek çitlerken çıkardığı ses, küçük kardeşimin yakarışları... yinede mışıl mışıl uyuyordum. bazen düşünüyorum da, ne günlerden gelmişiz bu günlere.
şükür lazım şükür..

çiğ köfteden sonra patlayacak sektör

bilirsiniz bir aralar mısır arabaları sarmıştı dört bir tarafı. herkes mısır satıyordu. millet bardak bardak mısır yiyordu. sonra sıkıldık mısırdan, hepsi gdoluymuş zaten. şu aralar halen devam etmekte olan bir çiğköfte manyaklığı var. her köşe başında bir çiğköfteci. ama ufaktan onun da zamanı geçiyor gibi. ne dersinzi bir sonraki adım ne olur? next big thing'i bilen zengin olur bu dünyada, şurada 700 kişi bi kafa patlatım.

pazar günü patates kızartması kokan ev

sizi bilmiyorum ama.bizim evde yılladır süregelen bir olaydır.

pazar günü saat 11 de dağılmış saçlar ve iki ayağımın sadece birinde olan yarım yamalak giyilmiş çorap ile burnuma doğru gelen kokunun izini sürerim. ve kokular beni mutfağa götürür. bazen sucuklu yumurta da yanında iyi gider.

pazar günü koşuya çıkanlara inat,
yaşasın sucuklu yumurtalı hayat!.

bir şeyi bilmediğini söyleyemeyen insan

sayısı müthiş bir hızla artmakta olan insandır bu. bununla muhabbet ederken açtığınız konunun doğru olarak anlaşılması için bilinmesi, hakim olunması gereken bir referans vardır ve siz muhabbete girmeden önce ''he mesela bilmemne filmini izlemiş miydin?'', ''falanca kitaptaki bilmemkim karakterini biliyo musun?'', ''zıkkımın kökü grubunu dinledin mi?'' gibi sorular sorarsınız ki sonradan anlatmayı planladığınız şeyin anlatılmasının bir manası var mı öğrenin. bu kişi işte bilmese de ''he biliyorum'' diyen insandır.

örnek:

-''kırık gerdan'' filmini izlemiş miydin?
-evet evet.
-ya ben onun sonundaki sahneyi tam anlamadım.
-ya aynen ben de. zaten çok oldu izleyeli. hatırlamıyorum tam.
-yönetmenin tarzı gerçi sonu o şekilde bırakmak ama... bi filmi vardı aynı adamın çamlıkta klip çeken metal grubunun iç hesaplaşmalarını anlatıyodu. ad neydi.
-a evet tam dilimin ucunda. neydi neydi?..
-heh şey. ''şeytanla mangal''dı adı.
-aynen aynen. şimdi hatırladım.
-sen hangi karakterin hikayesini sevmiştin onda.
-şey ya. siyah saçlı olan var ya. orta boylu böyle.
-tayfun mu?
-heh o. evet tayfun.

bu hikayade cevap veren kişi işte bu ''bir şeyi bilmediğini söyleyemeyen insan''dır. eleman her şeyi biliyor görünmek zorundadır. adam akıllı çıkıp da ''o ne aq ilk kez duyuyorum'' diyemez. ''evet biliyorum'' diyip muhabbeti karşı tarafa iteler. çağımızın salgını olan davranışlardan birini sergileyen kimsedir.

üşütmeden esen rüzgar

hayran olduğum, sırf yakalamak için yağmur altlarında dolaşıp ıslanıp 'defalarca' hasta olduğum.. bi ince montumla hele bir de kulaklığım yanımdaysa bana vereceği keyfi kimse veremez.

hayali bile güzel, üşütmeden esen hafif rüzgar, yanında da ince ince çiseleyen yağmur. omzuma vuruyor tıkır tıkır. kulağımda müzik...

ibadet gibi bi şey. anlatamam.

evet ben aşık olabilirim öyle bir havada.

kırıldığını susarak belli etmek

benim de istemsiz olarak yaptığım eylemdir ama bakın güzel kardeşlerim, elbette alttan almak, hoşgörülü olmak erdemliktir. lakin bazi mahlukatlar bunu sizin aleyhinize kullanacaktır. siz sustukca sizi ezikleyen, veyahut sizin bu suskunluğunuzu korkaklığınıza bağlayacaklardır. ben şahsen beni kıran bir insanı bile kırmaktan korkarım. illaki aramızda benim gibi böyle kardeşlerimiz var haklı olduğu halde susan/alttan alan.
ama artık hakkımız karşısında susmayalım, benim yorumlamam bu kadar hayırlı işler.

askılı badi giyen erkek

lan bunu bizim spor salonuna yeni başlayan 45 kilo çocuklar giyiyor ahah.